İngilizler, Müslüman askerleri için Kurtuluş savaşında özel ürettikleri zehirli çivilerle savaş suçu işlemiş!
Tarihin en korkunç yöntemlerinden biri olan bu çiviler, uçaklar vasıtasıyla cephelere dağıtılmış. Çanakkale'de zaten ayağında doğru dürüst çarık dahi olmayan binlerce Mehmetçik, yukarıdan atıldığı zaman mutlaka bir tarafı dik kalan bu zehirli çivilere basarak kangren olmuş.
Bu çiviler dört taraflı olup,her bir kancasında zehir bulunmaktadır.Ayrıca her ne şekilde atılırsa atılsın, bir kenarı mutlaka ayağa saplanacak şekilde üretilmiştir. Bu zehirli çiviler yüzünden 12 bin askerin bacağı testereyle kesilmiş ve ateşle dağlanmış olmasına rağmen Mehmetçik savaşmaya devam etmiştir...
18 Mart Şehitler gününde Fatsa'da sevenleriyle buluşan Sunay AKIN bilmediğimi ve bilmediğimden kaynaklanan bilginin eksikliğini ne kadar da büyük olduğunu anımsattı.
Ayrıca dinlerken ağzımız açık kaldı bakakaldık. her araştırmacı gazeteci adama nasip olmaz böyle çene. sevdiriyor hem kendisini hem şiirlerini. Şöyleki; Tıpkı sevilmeyen bir öğretmen gibiydi kalbim.. Parmak kaldıranlara inat, hep dersten anlamayanları seçti. dedi ve ekledi: Galata’da doğan ünlü Fransız devrim şairi, André Chenier’in nasılda kendini inançları ve düşüncesi uğruna bile bile ölüme uğurladığını, hilal ve yıldızın nasıl bayrağımızın simgesi olduğunu, bundan sonra meksika deyince aklımıza ilk "karpuz" geleceğini, Çanakkale'deki kahraman Mehmetçiklerimizin özellikle Nusrat'ın döşediği mayınlar sonucu amiral babası tarafından idam edilen fransız yüzbaşının sonunu... burada şunu da eklemek istiyorum: "Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık Bizim evlatlarımız olmuşlardır." Mustafa Kemal ATATÜRK
Meğer neler neler varmış bilmediğimiz. fransız ihtilali ile günümüz medeniyeti, insan hakları vs. vs. seviyesine ulaşan Avrupa'nın günümüzde birde övündükleri aydınlarından André Chenier’in 250. doğum yılında sözde Ermeni soykırım yalanını geçirdiğini, bunun fransızların tarihlerinde aslında ne denli büyük bir kara leke olarak kayıtlara geçtiğini...
Durum böyleyken bir de görünmeyen ama dikkatimi çeken , tabir-i caizse karikatürize olarak tabir ettiğim bir yönü daha vardır ki tam komedi; Türkiye'nin değerli, kültürlü bir gönül insanının konuk olduğu yahut dahil olduğu programlarda karşısındaki insanları bilgisiyle anında oksijen gibi açığa çıkartan Sunay Akın ile bir şekilde diyalog kuranlar (ya da onun ayarında biri olsun farketmez) birşeyler eveleyip geveliyor işte. yandan uydurmasyon yuvarlama laflarla sunay akın'a eşlik edeyim triplerine girenler var hele ki onlar tam komedi. deniz derya mısın, alim misin bu nasıl bir kültür, bilgi birikim hakketen aklım almıyor.
Neyse, kitaplarını okuma hatta imkan bulursanız Sunay Akın'ın bir söyleşisinde bulunmanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Yıl 1912, İngilizler Hindistan’ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı’dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan’a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan’a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.
Bir süre sonra, adı Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar.
1915′de Avustralya Çanakkale’ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar.
Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya’da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.
Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:
Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri..:
"Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.
Bu bir Osmanlı Savaş Fermanı'dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur."
Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet, Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah İki Osmanlı askeri, Sidney’ in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.
Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur. İki Türk orada 1–2 saat sonra anca arkadan çevrilmeleri sonucunda bu karlıdağlarda şehit edilir.
Bu olaydan sonra anzakların birçoğu, iki Osmanlı ile bu kadar uğraşıyor isek vay bizim Çanakkale de halimiz ne olur diye birçoğu savaşa gelmekten vazgeçerler.
İki askerin şu an mezarı Sidney’e 250 km uzakta Karlıdağlar’da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan’da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.
zafer kazanılmış ama nasıl kazanılmış; düşünülmesi açısından güzel bir hikaye..
Ayrıca filmlere konu olabilecek kadar da güzel ama dokunaklı bir hikâye daha...
Yine başka bir rivayette; o yıllarda, İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalarmış ve lastikleri de yok denecek kadar azmış. Mehmet Muzaffer diye bir Türk aramış, uğraşmış ve nihayet Karaköy’de Musevi bir satıcıda istediklerini bulmuş. Fiyatlar çok yüksekmiş ve Muzaffer, parayı tedarik etmek için yaşlı bir kaymakam yarbayın huzuruna çıkıp para istemiş ve…
Kaymakam da Muzaffer’e : “bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi, yürü git!” demiş.
Muzaffer, Beyazıt meydanı’na varıp birden durur ve aradığı çareyi bulur. Neticede, bir yüzlük kaime (100 liralık kâğıt para) verip ve araba dörtnala Sirkeci’ye yollanır. Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı bankası’na gider. Bozmazlar, zira elindeki para sahtedir. Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kâğıdın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmış. Paranın üzerinde yazan “bedeli dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır” ibaresini de değiştirerek, “bedeli Çanakkale’de kanla tesviye olunacaktır” yazmış.
Böyle bir zaferi böyle bir ecdat kazanabilirdi ancak.
Almanya da sezonun ilk yarısı bittimi, ilk yari sonunda en tepede olan takıma kış şampiyonu ünvanı verilir.
Galatasaray da şimdiden normal sezonu en üste bitirmeyi garantilediği için sezon şampiyonu olduğu maçtır bu maç, onun için şimdiden teşekkürler. Maça gelirsek Galatasaray'ın futbol resitali verdiği bir maç oldu. play off lar için çok iyi bir dış saha tecrübesi yaşadı. bu maçtan alınacak dersler ile play off eşleşmelerinin daha rahat geçeceğini düşünüyorum.
Süper lig'de ne kadar aptal yöneticilerin olduğunu kanıtlayan bir başka maç. ne kadar zaman önceydi, 2 yıl mıydı, galatasaray'ın toplama kampı gibi takım oluşturduğu zamanlar.
arda'nın üzerine takım kurulmuş, jo, kewell, neill, dos santos, elano, serdar özkan, mehmet batdal ve diğerleri o kadar para dökülüp aynı çim üzerine dizilmiş, fakat hiç mi hiç verim alınamamıştı. günümüzde bunu diğer takımlar da deniyor elbet, aralarında başarılı olanlar var (onca denemeler sonucunda), olamayanlar var.
Şimdi de beşiktaş. yine galatasaray'ı uefa'dan eleyen rakip -atletico madrid-, tıpkı galatasaray'ın komple bir çöküşe geçtiği gibi beşiktaş da bu maçtan sonra temelli bir düşüşe geçecektir tahminimce -tahmin sadece-. sebebi elbette aynı pilavı iki kez yiyen yöneticiler. önünde koskocaman bir örnek dururken, aynı iple niye kuyuya inersin ki?
İşte o iple kuyuya inersen quaresma küfreder, lincoln antremana gelmez, bebe oynayamaz, elano koşamaz, x'in aşil tendonu, y'nin yan çapraz bağları vesaire vesaire. kısacası bunca parayı sokağa atarsan pencerenin altında doluşan açgözlüler şımarır, disiplini kaybedersin. bu yüzden üzülüyorum beşiktaş'ın hâline. tıpkı birilerinin bir zamanlar koskoca galatasaray'ın içine ettiği gibi, yıldırım demirören'in de götüne bir-iki don alabilmesi için koskoca beşiktaş içine edilmiş durumdadır.
Umarız tıpkı ünal aysal-fatih terim ekibi gibi beşiktaş'a da o renklere gönül veren biri gelir, ve adam gibi bir mücadele izleriz, adam gibi bir lig izleriz, şikesiz firesiz bir lig izleriz. ligde 13. olmak bana fena koymuştu, aynı iyi dilekleri beşiktaş için dilemek bir borçtur, her takımın taraftarları için.
Moğolların bu güzel şarkısıyla özdeşleşmiş olan videoyu izliyorum her denk geldiğimde. heyheylerim geldiyse, eşşek saatimi yaşıyorsam, ilaç gibi geliyor arkadaş.
hayatta sizi mutlu edebilecek hiçbir şey kalmasa bile, bunu izleyince yüzünüz gülüveriyor. adamlar enerjiyi monitör yoluyla size aktarıyor resmen. düğün, nişan, sünnet vs. merasimlerden nefret eden bir adamım ama aha şu saatte öyle bir düğün olsa da gidip manyak gibi zıplasam diyorum.
İlk toplanış başlarken sağ bacağını kıvırarak giren ve nakarak kısmının sonuna doğru turu tamamlayan abi, kendi oturunca yanındakiler başta olmak üzere herkesin ona uyup yere oturduğu abi, bu abinin yanında duran ve nakarat kısmı yaklaşırken ayağa kalkıp ilginç hareketlerle arkasındaki tozları temizleyen abi, "şimdi eller havada" denirken ellerini kaldıran ve herkesin kendisine uyduğu abi (sanırım ilk başta bahsettiğim abi bu), videonun farklı versiyonlarından birinde toplaşma esnasında ortamda oluşan kinetik enerjiden dolayı savrulan gaz molekülü gibi grubun dışına savrulan mavili abla. diğerleri.
işte Anadolu insanı bunlar. sıcacık, rengarenk. moğollar bu şarkıya klip çekmemiştir sanırım. ama hiç üzülmesinler, bundan daha iyi olamazdı herhangi bir klip.
Son olarak söylerken u ve y seslerinden sonraki r sesleri mümkün mertebe yutulmalı, Antalya şivesi benimsenmelidir, böylece daha tatlı, daha içten bir hal alır o sözler, ağlayacak halinize gülersiniz. =)
Sözleri; baylar bayanlar kayacak merdiven bulamayanlar sizlere bir manimiz var dinleyiverin gari
paralar oldu yesil mani tanimiyor engel mani yok insafi imani bol keriz bol enayi utuverirler gari gari de gari gari
gemisini kurtaran fedakar ve cefakar kaptanin yuzdugu deniz biziz abicim biziz yuzdurmeyin gari gari de gari gari
kil olmadan gari hayret bisey oluvermeyin gari zilleri takip oynayiverin gari sikidim da mikidim sikidim mikidim gari (nakarat)
kul hakki yetim hakki palavradir palavra niyazidir sehitler sizlamaz bu kemikler inilerler gayri gayri de gari gari
yesili inekler yedi denizi de timsahlar hazineyi yamyamlar memleketin icine ediverdiler gayri gayri de gayri gayri
-nakarat-
ne sis yansin ne kebap diye diye olduk harap kalmadi artik orecek corap ya rab bizim baslara akil veriver gayri gayri de gayri gayri
simdi eller havada oylar yandi tavada yok eksilme cakada cek cak li vaatlere tok karnimiz gayri gayri de gayri gayri
Sümela Manastırına giderken yokuşun bittiği yere varmadan karşılar bizi isimsiz kemençeci dayı.
Hem sesi hem müziği ile o yoğun sis bulutlarının arasında, O2 bolluğundan yaşadığımız fazla enerjiyi horon teperek atmak istesekte beceremedik. Şakası bir yana dursun, gidilip görülecek yerlerin arasında olan Sümela'daki görüntü benim elimden. eşantiyon emitasyon Falan değildur :)
Öncelikle
olabildiğince çok yer gezebilmek, fotoğrafçılık hobinizi tatmin edebilmek adına
akrabaların yanında kalmak yerine bölgenin kaliteli otellerinde konaklamayı
tercih edin.
Tüm pansiyon ve otellerde doluluk oranı yüzde yüz olduğuna bizzat
şahit olmanın ötesinde, vızır vızır işleyen turların sayısından, çayını
fındığını toplamaya köyüne gelenlerin yanısıra çok sayıda yerli hatta Arap,
Alman, Amerikalı ve Yunanlı turistlerin sayısının arttığını da gözlemleyebilirsiniz.
Ayrıca bölgeye gelen turist sayısının artmasına paralel oalrak klasik turizm
güzergahları da değişmişti. Geçmişte Ayder, Kadırga ve Kümbet gibi 1-2 birkaç
yaylanın, Ayasofya ve Sümela’nın dışında tarihi yapıların yanına uğramayan
turistler, Hemşin’in en ücra ve yüksek yaylalarına, düne kadar sadece
köylülerin katıldığı yayla şenliklerine, adı bile hatırlanmayan restorasyon
yüzü görmemiş kilise yıkıntılarına uğruyor, tur rehberlerinden bağımsız hareket
ederek yerli halkla nispeten daha fazla diyalog kurmaya başlıyordu. Sizce
bünyeler serin yerler aradığından mıydı bu izdiham? Ulaşım ve konaklama imkânlarının
artışıyla mı açıklanmalıydı yoksa son bir kaç yıldır refah seviyesi! artan
halkımız gezip tozmaya ayıracak ek bütçe mi oluşturabilmişti?
Turizm evet ama nasıl?
Karadeniz’in yeşili ile doların renginin aynı
tonda olduğunu farkeden tur firmalarının ve otel sahiplerinin yüzü daha çok
gülmek istiyorsa, bürokratından, yazarına, esnafından siysetçisine dek bölgenin
reklamı yapılarak daha çok turist gelmesi arzulanıyorsa, yapılacak iş
yatırımları, halkın çeşitli konularda eğitimi ve örgütlenmesini, bölgenin
doğal, tarihi ve kültürel rezervlerinin korunmasını, turistlerin beklentilerine
uygun reklam ve propagandanın ana hatlarını belirleyecek bölgeye özel bir
turizm stratejisi izlemektir.
Kimler gelmeli?
Başlangıçta komik hatta münasebetsiz bir soru gibi
gelebilir? Hiç de öyle değil. Sarp sınır kapısının açılmasından sonra Karadeniz
illerinin fuhuş turizmine açılmasının sosyal yapımız üzerinde bıraktığı hasarı göz
ardı etmeden bilelim ki yaşadığınız coğrafyayı, o coğrafyaya özgü kaynakları
belirli bir süre için bile olsa paylaşacağınız ziyaretçi profilini seçmek eğer
Tayland gibi sözde bağımsız bir devlet değilseniz o coğrafyanın gerçek sahiplerinin
tartışılmaz hakkıdır. Gelsin de kim ne için gelirse gelsin demek akılcı olmaz.
Ziyaretçiler tarihi yerler için mi doğal güzellikler için mi gelecek bu kararı
şimdiden verip ona göre yatırım yapmalıyız.
Santa, Krom ve İmera fiilen koruma
altına alınmalı. Restore edilip turizme kazandırılmalı.
Tarihi yerler gezilebiliyor mu?
Doğa turizminin
açtığı tahribatın maliyeti nedir?
Resmi rakamlara göre Sümela Manastırı’nı 2007
yılının ilk 7 aylık döneminde 90 bin 974 yerli, 8 bin 853 yabancı turist
gezmiş. Trabzon’da çok sayıda tarihi Rum kilise ve manastırları var çoğu artık
özel arazilerde ve gerek defineciler tarafından hazine bulma umuduyla kazılarak
gerekse yerli halk tarafından Rum mirası diye, gerekse zamanın yıkıcı etkisine
dayanamayıp viraneye dönmüşler. Bunlara restorasyon için harcanacak para
yanında bol prestijle birlikte kat be kat geri dönecektir. Gümüşhane ve Artvin
Trabzon’dan aşağı kalır durumda değiller. Gümüşhane’nin kuzeyinde Santa ve Krom
adlı yedişer mahallelik tamamen köylülerin insafına bırakılmış iki Rum kasabası
var ki mesela tarihi kiliseler falan ahır olarak kullanılıyor. Santa, Krom
hatta İmera hemen devlet tarafından sahiplenilmeli ve acilen restore edilerek
turizm endüstrisine kazandırılmalıdır. Kimsenin umursamadığı listere adlarını
yazarak sözde korumaktan değil tarihi eser statüsündeki bölgecilerin acilen ve
fiilen yağmadan korunmasını kastediyorum. Tarihi eserlerimizi sahiplenmek ve
kültür turizmi ağırlıklı propagandayla hem daha nitelikli turist, hem prestij hemde
uzun vadeli para kazanabiliriz. Sümela manastırına yılda yüzbin turist daha
gelmesi manastırı yıpratmaz ama Ayder yaylasına yüzbin turist daha gelse
yaylada gelecek yıl ot biteceğini kimse garanti edemez. Turizm ve Bayındırlık
Bakanlıkları, tur firmalarıyla ortaklaşa bölgemizin tarihsel zenginliğinden çok
doğal güzelliklerini öne çıkaran bir strateji planlıyor. Doğa turizmi yapılan
bölgelerde bilinçsiz yapılaşma ve yerleşim, yayla yollarını asfaltlayarak daha
çok insanı bölgedeki yaban hayatının canına okuması için dağ başlarına taşıma
girişimi binilen dalı kesmekten başka bir işe yaramayacaktır. Yaban hayvanları,
ses, ışık ve kokuya çok duyarlı olduklarından, nispeten bakir yaşam alanında
pazen pijamalı piknikçiler görmeninsu hayvanların üreme ve barınmasını olumlu yönde
etkileyeceğini sanmıyorum.
Peki, ziyaretçilere ne vereceğiz?
“Yemyeşil”, “Yeşilin her tonu” Karadeniz
bölgesi’ne ilk kez gelen her milletten turistlerin ilk sözleri bunlar. Sadece
göz alabildiğine yeşil mi? Kemerli taş bir köprüler, şelaleler, yaz ortasında
serinliyebileceğiniz sisli soğuk yaylalar, erimiş kar sularını Karadeniz’e
dökülene dek dağlar, köyler arasından dolaştıran sayısız dereler, geçmiş
medeniyetlerin izlerini taşıyan tarihi yapılar, yıkık kilise ve şapeller, yerel
kıyafetleri içinde dolaşan kentliler için egzotik kabul edilen işlerle uğraşan
yerliler. Tamam elde bunlar var ama bu değerleri eskitmeden daha da önemlisi
tüketmeden ne kadar süre elimizde tutabiliriz? Daha açık söyleyip
somutlaştırmak gerekirse bu yıl gelen bir turistin gelecek yılda gelmesini
geldiğinde ilk gördüğünden daha az veya daha kalitesizini bulmaması için ne
yapmalıyız?
Ulaşım ve Barınma;
En önemli turist potansiyelinin İstanbul olduğu
düşünülünce İstanbul – Samsun arası otoyolun iyileştirilmesinin aciliyeti
ortada ki bu yolunda otobana dönüştürülmesi hem kara seyahatini kalitesini
hemde seyahat süresini kısaltacaktır.Yüzleri kızartma pahasına itiraf etmeli ki önce
tuvaletler elden geçirilmeli. Sözgelimi İstanbul - Bodrum arasında hijyen
açısından çok temiz dinlenme tesisleri var ama Anadolu yollarındaki
tesislerinde çoluk çocuk tuvalete girmek mümkün değil. Tuvaletin kapısına
diktiğin adamlar aldıkları parayı haraçtan mı sayıyor yoksa tuvaleti
kullananlara verilmesi gereken çağdaş bir hizmetin karşılığı olarak mı?Trabzon havaalanın kapasitesi de havayolu
trafiğini kısmen karşılamakta ancak Trabzon dışındaki illere
gidecek olanların yarasına merhem olmuyor. Neyse ki özellikle Artvinliler’e
hitap eden Batum havayolu seçeneği bu ihtiyaca kısmen cevap verdi. İçişleri bakanımızın gayretleriyle 2014 yılında hizmete girecek olan Ordu-Giresun hava alanı ise havayolu sorunu tamamen çözecektir.
Denizyolunu hiç kullanmadım ama İstanbul Trabzon arasını 3 günde alan gemi
seferlerinden pek kimsenin haberi olmadığı yok. Oysa Karadeniz’i denizden
dolaşmak başlıbaşına bir tur seçeneği olarak uygulanabilir.
Plan program,
Turizm Bakanlığı, “2023 Turizm Stratejisi Eylem
Planı” adı altında özellikle Karadeniz'de yoğunlaşan yayla turizmi için çeşitli
projelere yer veriyor ve 22 yayla turizm merkezi için düşünülen plan kapsamında
Karadeniz'de yatak kapasitesinin 20 binden 40 bine çıkarılmayı da hedefliyor.
Bir yandan da Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Ordu'dan başlayarak Giresun,
Trabzon, Gümüşhane'nin kuzeyi, Rize ve Artvin arasındaki yaylaların birleştirilmesini
sağlayacak bir projeye Doğu Karadeniz İlleri Hizmet ve Kalkınma Birliği'nce
master planının hazırlanması için ihale açıldığını bildiriyor. Daha önceden de
belirttiğim gibi bölgedeki yaban hayatını ve mevcut doğal yaşamı maddi&manevi koruyacak kesin tedbirler almadan
bölgenin doğa turizmine açılması bölgenin eşsiz, tabiatını olumsuz etkileyeceği görüşündeyim.
Hep kafama takılmıştır bu çocuklar (fakiriz ya ondan belki, şaka lan şaka, şükür hayatımızı idame ettirebiliyoruz) Misal bu çocuklara sunulan imkan sınırsızdır. eğitimse en iyi eğitimi alırlar, paraysa paranın en kralını harcarlar, şımarıklıksa şımarıklığın pirini yaparlar. anası, babası, dayısı vs. zengindir/ünlüdür ve bu bağlamda açamayacakları kapı yoktur bu çocukların.
Ulan şöyle bakarım çevreme ve tanıdığım arkadaşlarıma adam kıçını yırtar laboratuvarlarda, bakarım adamın anasına babasına, ya işçidir, ya memurdur ya da çiftçi. yok kardeşim benim bildiğim böyle zengin ve ünlü birinin filanca dünyaca ünlü moleküler biyoloji laboratuvarında falanca dünyaca ünlü profesör ile deneyler yaptığını. valla yok, billa yok bildiğim. vardır muhakkak hatırlatılır ama yok anasını satayım benim bildiğim (şimdi hatırladım mesela rahmetli Erdal İnönü vardı, sağlam fizikçiydi kendisi, sadece o geldi aklıma, 15-20 dakika falan düşündüm yani). ulan anamız aglar yaban ellerde üniversite okuyacağız diye, bir gün makarna, bir yumurta bir gün bayat ekmek yiyerek bitirmeye çalışırız üniversiteyi.
Üniversite biter koştur babam o şirket senin, bu sirket benim is bulmaya. dedim ya bunların işi kıyaktır, açarlar her kapıyı. olmaz bunlardan genelde şöyle bilim adamı vesaire. ulan paran var, şirketin var. al şöyle guzel bir eğitim, gec şirketinin ar-ge sinin başına, kafa patlat biseyler bul. imkan var lan elinde, imkan. ama sıkıya gelemez bunlar ya, para ne de olsa, tasarımda, modada, araba alım satımında, pazarlamada. canımı sıkıyor hakikatten bu durumlar benim. valla zengin ve ünlü birinin çocuğu olsaydım eğer, yapardım o yukarıdaki saydıklarımı. neyse, ne yaparlarsa yapsınlar, ne yerlerse de yesinler hatta arasına defne yaprağı koysunlar sıkmayayım ben tatlı canımı. banane (banane dedik ama bu yazıyı da yazmasam olmazdı yani)...
"vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, bir hilal uğruna, ya rab, ne güneşler batıyor!" 18 Mart Çanakkale Şehitler Gününde,
Çanakkale Zaferi özel anlatımıyla,
SUNAY AKIN Fatsa'da Bizlerle Buluşacaktır. Eşsiz anlatımıyla milli duygularınıza hakim olamayacağınız Tek Kişilik Söz Gösterisi'nde sınırlı sayıdaki biletler için şimdiden yerinizi ayırtın.